20 Haziran 2011 Pazartesi

Morphine - Empty Box




Bazen bazı şarkıları nerede dinlediğiniz çok önemlidir. Susar bişeyler ve tam da o an eğer köpekler en sert havlamalarındalarsa, artan müzik de deprem huzursuzluğu addedebilir... Ya da hiç öyle bir şey olmaz bazı şarkılar hiç durmaksızın çalar. Köpekler havlamaz, içten şahlanmalar-dalgalanmalar olur. Yine de deprem olur...

Ya da hiç olmaz.

14 Haziran 2011 Salı

en çok değişen okuma biçimidir.



afili adamdır calvino. bir kış gecesi eğer bir yolcu'da okuma biçimlerinden bahsettiğinde tüm o muhabbetin, yıllar yıllar sonra nereye varacağını pek kestiremese de en mühimi olan kozmokomik'te zamanın ötesine geçmiştir. en günlük olan ise en demodelerindendir...


kozmokomik, şimdiye kadar okuduğum, işittiğim en çılgın üreteç ya da yürüteçtir benim için. şaka değil. can yayınları baskısı da "tüm kozmokomikler" de....


bi de döneyim tekrar okuma biçimlerine. günümüzde portatifleşen entelektüel alışkanlıkların en ilginci müzik dinlemektir. bu sahici gerçek katiyen değişken değil, kesindir. çünkü müzik dinlemek bir kitap okumak, bir film izlemek, bir tabloya bakmak ya da tiyatroya gitmek kadar "keskin" değildir. hayatında ilk duyduğu şeyler kurbağaların "ekolayzırı" olan arkadaşlarım da bunu doğruladı aslında. yolda yürüyün sizi hiç bir parşomen bulmayacaktır. en fazla kapakları... ama hayatınızı değiştirecek bir şarkı her an karşınıza çıkabilir.
<<... Her şey bir andan diğerine, basit ve doğal bir biçimde gerçekleşebilirdi: birbirimize elimi yaklaştırmadan bunca ayrı gidişten, birbirimize bunca yabancı kaldıktan, bu paralel akışa tutsaklıktan sonra, uzayın bu incecik oluşumu, daha gerginleşecek ve aynı zamanda daha yumuşayacak, boşluk sıkışacak hem de bu bizim dışımızdan değil de içimizden gelerek, Ursula H'x ve beni bir araya sıkıştıracaktı...>>
şimdi ben önereyim mezarındaki italo' ya şu uzayın formu' nu spiritualized dinleyerek bi okuyu versen ya...

http://soundcloud.com/njosnavelin4/dafsfdsfv




foto: The Adventures of Baron Munchausen'  den... Calvino' ya en yakın.

12 Haziran 2011 Pazar

müzikliyimdir

hayatımın büyük bir bölümü gerçekten de müzik dinlemekle geçer benim. kişisel kronolojim de sanırım pek bi güzeldir  aynı zamanda. şekillidir felan. yani çok sevdiğim albümleri dinleme sıram, onlara akıl sır erdirmem şu ana kadar hep progresif bir düzlemde vuku bulmuştur. mesela dark side of the moon' u sevmem kesinlikle jim morrison ile alakalı kahramanın sınır durumu kitabını okumamla alakalıdır. yani 60lar-70ler e girmeye çalışmamın encamıdır... the smiths de her smiths sever gibi benim kapımdan bir anda öylece girmiştir. daha doğrusu hep olmuştur fark edilmesi geç olmuştur... bunun dışında bazı albümlerde "hergün masturbasyon yapan fakat yüzünden ya da hayatından pek de öyle sanmadığım" adamların pclerinde "p" ye bastığımda gelen "porn" araması gibi beklemediğim anda yüzüme vurulmuştur. tom waits' i ilk dinlediğim zamanları hatırlarım mesela. big time ya da real gone tam öyle...

suede gibi radiohead gibi ya da tindersticks gibi b-sidelarındaki şarkılara bile ayrı hassasiyet gösterdiğim gruplar ise albümlerini birbirinden ayırt edemediğimden prestijli fenomenlere maddi açıdan hiç erişememişlerdir. o yüzden bu listede olmayabiliebilirler. fakat her zaman manevi açıdan müziğe bağlılığımı "şıp" diye belli eden seslerdir onlar.... bir de bu kategoriler dışında hiç bir zaman bir albümünü sevmediğim ama sevdiğim şarkılarını 90'lık kasetlere bile sığdıramayacağım gruplar-müzisyenler de vardır. mesela james ya da cohen öyledir. ilk aklıma gelendir en azından.

bir de bazı grupların hayatımın belli bir yerine bastığı, ezdiği şekil verdiği yerleri vardır. mesela clientele öyledir. şu aralar pek dinlemeyi sevmesem de bir zamanlar sadece K şarkısını giyinerek kendimi dünyada var ettiğimi/atmosferi doldurduğmu hatırlarım.one hit wonder gibi değil.


one hit wonder demişken; herkesin bildiği en büyük one-hit wonder edwyn collins'de yine sevdiğim fakat albümünlerini pek dinlemediğim şahsiyetlerdendir.

bence artık yazabilirim... ya da durun bir nick hornby'e danışayım...

7 Haziran 2011 Salı

"Youth & Aging" Tales Of Mere Existence by Lev !





lev denen adam bir efsanedir. lev denen adam dünyanın en güzel animasyon tekniğinin yaratıcısıdır! less is more! denen şeyin ayaklı götürgecidir!

Zivot i smrt porno bande

sight and sound' un rediscover diye bi kısmı vardır; iyidir güzeldir. bayağı kafa açar diyelim onlar da sevinsin. herneyse ben discover' dan söz edeyim; bu film öyle böyle bi film değil. hatta keşke şansım olsa da john waters' a bi flash disc aracılığıyla atsam, yollasam; izlese yorumlasa ve "tam benim çekmek istediğim şey!" filan dese...

bence iyi ya da kötü film diye ayırt etme denilen şey 2000lerde geçerliliğini kaybetti ya da kaybetmek üzre... artık herkes üretmenin eşiğine geldiğine göre, birileri çıkıp rahatlıkla "cesaret ettirici" film falan diyebilir bazı filmlere. mesela buna...

mesela bugün gidip üçboyutlu bir film izleyip en azından sonrasında "yaaa  bektudıfiycur' u düşünsene bi de şimdiki teknolojiyi" desin. ama takvim de işlevsiz yeni bir buluş olduğunda "film gerçek oldu" desin ve altında bir bektudıfiycur resmiyle doldursun boşluğunu...

umarım çok su içersin de hararet yapar çok terlersin


ben 12 yaşımdaydım ve henry-bergkamp-pires ve ljunberg yüzünden "tekerlek bulunduğundan beri inglizler futbol oynuyormuş" gibi bir izlenim vardı insanlarda. aynı insanları o zamanlar bu fikirin yanında bir salda "boyband" ler beklerdi... sonra 18 yaşına geldim, bu sefer "yuri gagarin aya çıktığından beri barcelona paslaşıyor" fikri atıldı ortaya, ifrit oldum. delirdim; o zamanlar "sun" gazetesinde boy boy kate moss- pete doherty vardı artık...

"the confidence is the balaclava"

hiç bişeye güvenmiyorum. canım da çekmiyor zaten böyle bir şeyi. evimi özledim. eğer bir "balaklava" ya sahip olacak isem; balaklava'm da artık ortası göçmüş tek kişilik yatağımdır ki yanındaki komudinim ve yatağın bazasının içindeki sekizyüzellibinbeşyüz dergi de sosyal tesisimdir.


şimdi geleyim başlığın kerametine; fransız rock' ı diye bir şey yoktur; hiç de olmamıştır. phoenix bile yaptığı müziği fransa sınırlarında kaydetmemiştir; hatta fransa' da albüm kaydeden kaydadeğer tek grup tindersticks'tir ki onlar da en kapşonlu albümlerini kaydetmişlerdir... beatles ise gördüğüm en tırt 5 gruptan biridir. lakin libertines; yaklaşık 7-8 senedir günde 15 saate yakın müzik dinleyen benim için tek kelimeyle 67 de doors dinlemek gibi bir kudrettir!

ne demişti geçmiş bi bant sayısında; artık takip edecek rockstar bile kalmadı.

bonus ders;

bi adam bi şarkısında "all in all is all we all are" der ve o yüzden bazı şarkılar çok büyüktür.

3 Haziran 2011 Cuma

3-6-11

Suede' in Türkiye'ye gelecek olması harika bir haber. Gerçi Efe gelemiyor ama benim en tutkulu hissettiğim zamanlarımda böyle bir şeyin gerçekleşecek olması bi hayli güzel. Herkes gitsin. Trash dinlesin, So Young dinlesin Animal Nitrane dinlesin vs vs...

Bir de bir not yazayım buraya ki kendimle beraber sorumluluklarım da sırtıma biraz daha binsin, bir kaç sene sonra blogumu bilen insanlar olmuşsanız eğer; teşekkür ederim.

ayrıca oralara buralara her yere yazdım;

bu sene Claire Denis eşliğinde Tindersticks izlemek harika bir hadise idi!

Onun dışında; Ece Ayhan'ın ya da Barthes' ın anlatılarını okumak, Oğuz Atay' ın öykülerini okumak, her perşembe Fatih Özgüven' in yazılarını okumak ya da Galatasaray' ın Selçuk' u alması, Okulda başarılı olmam ve bunun encamında geri dönecek ve güzel bir şeyler yapacak olmanın verdiği his de güzel.

Beni sevin, sayın.