hayatımın büyük bir bölümü gerçekten de müzik dinlemekle geçer benim. kişisel kronolojim de sanırım pek bi güzeldir aynı zamanda. şekillidir felan. yani çok sevdiğim albümleri dinleme sıram, onlara akıl sır erdirmem şu ana kadar hep progresif bir düzlemde vuku bulmuştur. mesela dark side of the moon' u sevmem kesinlikle jim morrison ile alakalı kahramanın sınır durumu kitabını okumamla alakalıdır. yani 60lar-70ler e girmeye çalışmamın encamıdır... the smiths de her smiths sever gibi benim kapımdan bir anda öylece girmiştir. daha doğrusu hep olmuştur fark edilmesi geç olmuştur... bunun dışında bazı albümlerde "hergün masturbasyon yapan fakat yüzünden ya da hayatından pek de öyle sanmadığım" adamların pclerinde "p" ye bastığımda gelen "porn" araması gibi beklemediğim anda yüzüme vurulmuştur. tom waits' i ilk dinlediğim zamanları hatırlarım mesela. big time ya da real gone tam öyle...
suede gibi radiohead gibi ya da tindersticks gibi b-sidelarındaki şarkılara bile ayrı hassasiyet gösterdiğim gruplar ise albümlerini birbirinden ayırt edemediğimden prestijli fenomenlere maddi açıdan hiç erişememişlerdir. o yüzden bu listede olmayabiliebilirler. fakat her zaman manevi açıdan müziğe bağlılığımı "şıp" diye belli eden seslerdir onlar.... bir de bu kategoriler dışında hiç bir zaman bir albümünü sevmediğim ama sevdiğim şarkılarını 90'lık kasetlere bile sığdıramayacağım gruplar-müzisyenler de vardır. mesela james ya da cohen öyledir. ilk aklıma gelendir en azından.
bir de bazı grupların hayatımın belli bir yerine bastığı, ezdiği şekil verdiği yerleri vardır. mesela clientele öyledir. şu aralar pek dinlemeyi sevmesem de bir zamanlar sadece K şarkısını giyinerek kendimi dünyada var ettiğimi/atmosferi doldurduğmu hatırlarım.one hit wonder gibi değil.
one hit wonder demişken; herkesin bildiği en büyük one-hit wonder edwyn collins'de yine sevdiğim fakat albümünlerini pek dinlemediğim şahsiyetlerdendir.
bence artık yazabilirim... ya da durun bir nick hornby'e danışayım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder